10 Ocak 2013 Perşembe

MASAL

ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum
ikimizide aşar o kapının ardındaki masal

28 Aralık 2012 Cuma

KÜÇÜK PRENS


Çölün, kayaların ve karların arasında uzun bir süre yürüyen küçük prensin karşısına sonunda bir yol çıktı. Ve bütün yollar sizi insanlara götürür.Yol boyunca yürümeye devam etti küçük dostumuz. Karşısına bir gül bahçesi çıktı.

                                

“Günaydın” dedi güllere. Onlar da: “ Günaydın” diye karşılık verdiler.Küçük prens onları izledi biraz. Hepsi de kendi çiçeğine benziyordu. Şaşkınlıkla:“Siz kimsiniz?” diye sordu.“Biz gülleriz” diye yanıtladı çiçekler.“Ah!” diye haykırdı küçük prens. Ve birdenbire içine büyük bir üzüntü çöktü. Kendi çiçeğinin evrendeki eşsiz bir tür olduğunu sanıyordu. Öyle demişti çiçek. Be işte burada, küçük bir bahçenin içinde, aynı çiçekten tam beş bin tane vardı!“Eğer burada olsaydı, bana yine sitem ederdi” diye düşündü. “Sanki ölecekmiş gibi durmadan öksürürdü. Yalanını bu şekilde ört bas etmeye çalışırdı muhakkak. Ve ben de hastabakıcılık numarası yapardım. Aksi taktirde gerçekten de ölürdü. Altta kalmaktansa ölmeyi tercih ederdi.”Sonra kendi kendine : “Eşsiz bir çiçeğim olduğu için kendimi zengin sanmıştım. Oysa o sıradan bir gülmüş sadece. Peki yanardağlarıma ne demeli? Boyları sadece dizlerime geliyor ve birisi sönmüş durumda. Tüm bunlar beni hiç de önemli bir prens yapmaz.Kendini çimenlerin üstüne bıraktı ve ağlamaya başladı küçük prens.    

                                


İşte o sırada bir tilki çıkıverdi ortaya.“Günaydın” dedi tilki.“Günaydın” dedi küçük prens kibarca. Ama etrafına baktığında kimseyi göremedi.“Buradayım! Elma ağacının altında.”“Sen kimsin? Çok güzel görünüyorsun.”“Ben bir tilkiyim.”“Gel, birlikte oynayalım. Öyle mutsuzum ki” dedi küçük prens.“Seninle oynayamam” dedi tilki, “ ben evcil bir hayvan değilim.”“Buna çok üzüldüm” dedi küçük prens. Ama biraz düşündükten sonra: ”Evcil ne demek?” diye sordu.“Anladığım kadarıyla burada yaşamıyorsun” dedi tilki, “kimi arıyorsun?”“İnsanları arıyorum,” dedi küçük prens, “ peki ama ‘evcil’ ne demek?”“İnsanlar,” dedi tilki, “tüfeklerle dolaşırlar ve avlanırlar. Tam bir baş belasıdırlar. Bir de tavuk yetiştirirler. Tüm işleri bundan ibarettir. Sen de mi tavuk arıyorsun?”“Hayır, ben arkadaş arıyorum. Ama ‘evcil’ ne demek?”“Bu pek sık unutulan bir şeydir. ‘Bağ kurmak’ anlamına gelir.”“Bağ kurmak mı?”

                      

“Evet. Örneğin, sen benim için sadece küçük bir çocuksun. Diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. Sana ihtiyacım da yok. Aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. Bana ihtiyaç duymuyorsun. Ama beni evcilleştirirsen eğer, birbirimize ihtiyacımız olacak Sen benim için tek ve işsiz olacaksın, ben de senin için.”“Anlamaya başlıyorum” dedi küçük prens. “Bir çiçek var. Sanırım o beni evcilleştirdi.”“Olabilir. Dünyada her şey mümkündür.” dedi tilki. “Ama bu çiçek dünyada değil.”Tilki şaşırmıştı. “Başka bir gezegende mi?”“Evet.”“Peki orada avcılar da var mı?”“Hayır, yok.”“Bu çok ilginç. Peki ya tavuklar?”“Hayır. Tavuklar da yok.”“Eh, hiçbir yer mükemmel değildir” dedi tilki içini çekerek. Sonra kendini anlatmaya başladı:“Yaşamım çok monotondur. Ben tavukları avlarım, avcılar da beni. 


Bütün tavuklar birbirine benzer. Bütün insanlar da öyle. Bu yüzden biraz sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen eğer, yaşamıma bir güneş doğmuş olacak. Senin ayak seslerin benim için diğerlerinden farklı olacak. Ayak sesi duyduğum zaman hemen saklanırım. Ama seninkiler, bir müzik sesi gibi beni gizlendiğim yerden çıkaracaklar. Şu ekin tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz. Bu yüzden de bu tarlalar bana hiçbir şey hatırlatmazlar. Buna üzülüyorum. Ama sen beni evcilleştirseydin, bu harika olurdu. Altın renkli saçların var senin. Ben de altın renkli başakları görünce seni hatırlardım. Ve rüzgarda çıkardıkları sesi severdim.Sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.“Senden rica ediyorum. Lütfen beni evcilleştir!” dedi.“Elbette” dedi küçük prens. “Ama pek fazla vaktim yok. Yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.”“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”“Ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.“Çok sabırlı olman gerekiyor. Önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. Ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. Ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”Ertesi gün küçük prens yine geldi.“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim.


Ama günün herhangi bir vaktinde gelirsen, seni karşılamaya hazırlanacağım zamanı asla bilemem. İnsanın gelenekleri olmalıdır.“Gelenek nedir?”“Bu da çok sık unutulan bir şeydir” dedi tilki. “Bir günü diğer günlerden, bir saati diğer saatlerden ayıran şeydir. Örneğin, şu benim avcıların da gelenekleri vardır. Perşembeleri kızlarla dansa giderler. Bu yüzden de Perşembe benim için harika bir gündür. Üzüm bağlarına kadar yürüyebilirim. Ama avcılar dansa herhangi bir gün gitseydi, benim için hiçbir günün özelliği olmayacaktı ve asla tatil yapamayacaktım.”


Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki. “Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim. “Doğru, haklısın” dedi tilki.“Ama ağlayacağını söyledin!”“Evet, öyle.”“O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”“Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım. Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. Sonra bana veda etmek için buraya geri döndüğünde, sana hediye olarak bir sır vereceğim.”Küçük prens güllere bir kez daha bakmaya gitti. Hiçbiriniz benim gülüm gibi değilsiniz. Çünkü henüz hiçbiriniz evcilleşmediniz. Ve siz de hiç kimseyi evcilleştirmediniz” dedi onlara. “Siz tıpkı tilkinin benimle karşılaşmadan önceki hali gibisiniz. Dünyadaki binlerce tilkiden yalnızca biriydi o. Ama ben onunla dost oldum ve şimdi artık o özel bir tilki.”Güller bu duyduklarına çok bozuldular.“Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.”Bunları söyledikten sonra tilkinin yanına döndü.“Elveda” dedi.“Elveda” dedi tilki de. “Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.”“Temel olan şeyi gözler göremez” diye tekrarladı küçük prens. Öğrendiğinden emin olmak istiyordu.“Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir” dedi küçük prens.“İnsanlar bu en önemli gerçeği unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı her zaman sorumlusun. Gülüne karşı sorumlusun.“Gülüme karşı sorumluyum” diye tekrarladı küçük prens, öğrendiğinden emin olmak için. Sonra yoluna devam etti.


İSTANBULDA NERELERE GİTSEM

1 saattir istanbulda gezilecek yerler diye aratıp duruyorum googleda, dün eşime Silivriye gidelim dedim, ne yapacakmışız orada, küçücük bir yermiş orası, olsun ben görmedim dedim, haftasonu arkadaşımla buluşucam sana 1 haftadır söylüyorum dedi, tamam dedim, cumartesi buluşacaksan pazar günü gideriz, pazar günü buluşacaksan cumartesi gideriz.. En sonunda kavgayla biten bir dialoğun ardından ayrı yerlerde yatarak hiçbir şeye gitmemeye karar verdik sanırım. Ama ben yalnızda olsam bir yerlere gitmek istiyorum, baktım durdum nereye gitsem diye.

Önce istanbul akvaryum geldi aklıma,denizi izlemeyi severim, denizaltı belgesellerine de bayılırım ama bu kalp ağrısına iyi gelir mi ki? Biraz kendimle kalmam lazım, kendimi dinlemem ve onu susturmayı öğrenmem lazım, onu yatıştırmam lazım.

 Evlendiğimizden beri sadece 2 haftasonu birşeyler yaptık, ve evlendiğimizden beri tam olarak 7 haftasonu geçti, bu 2 haftasonu dışındaki haftasonlarında sevgili eşim kuzenleriyle sabahtan akşama kadar kağıt oynamakta idi. Üniversitede de bu yüzden çok kavga ederdik ama evlenince artık bir şeylerin değişmesi gerekmiyor mu?

O kadar çok soru işareti varki kafamda. Neden? Neden? Neden?
Sana ne olduda böyle oldun? Sevmiyorsan sevmiyorum dersin, bu iş biter. Evlendik diye ömür boyu beraber olacak değiliz ya!

Nasıl daha önce imza attıysak yine atarız imzaları biter!

B A S İ T.

27 Aralık 2012 Perşembe

Evlilikte Beklenen İlgi Kesilirse NE OLUR!?

Bu 'ne olur'un içinde aslında hem içten içe bir 'ne olur' yapma, ne olur böyle devam etme, ne olur bak bu bize zarar verir, ne olur sen böyle değilsin, sen bu değilsin demek var, ama demiyorum, kalıyor içimde.





Dün akşam içimde çok şeylerin kırıntıları kaldı gene, bu kırıntılar benim yüreğimi ne zaman doldurur, ne zaman yeter artık temizlenme zamanı geldi dedirtir, bilmiyorum. Ama bu süre uzun olmaz, eğer kendimi iyi tanıdıysam uzun olmaz. Çünkü ben en çok kalp kirliliğini sevmem. Başka hiçbir türlü pisliğe benzemez bu kalp kirliliği. Diğer şeylerin temizlemesi kolaydır, biriksede, kurusa da, izide kalsa daha kolaydır, ama kalp başkadır işte, öyle olmaz. Ne kadar çok kırıntı biriktirirseniz içinizde sonra kendinizi arındırmanızda o kadar zor olur. Bence şunu sormalı insan kendine, kim olursa olsun senin kalbinden daha mı değerli? Senin canın acıyacak ama sen susacaksın, neden, çok seviyorsun çünkü, yok öyle! Neden susacakmışım, neden kabullenecek mişim? Neden bütün kırıntıları ben,tek başıma taşıyacak mışım? Bende insanım, kadın olduğum için mi böyle olması gerekiyor? Ama neden? NEDEN? NEDEN? NEDEN?

Hep böyle miydi dünya? dedi çocuk, o sadece bir çocuktu, nereden bilecekti ki, neden onun hayallerini yıkmalıydımki, ona gerçeği söylemek zorunda olduğumu da kim söylemişti:
- Hayır hep böyle değildi,dedim. Eskiden çok daha kötüydü, eskiden kadınlar kocalarına saygı göstermez, erkekler de eşlerini aldatırdı dedim, ama şimdi çok daha iyi, ve gün geçtikçe dahada iyi olacak, daha az insanın kalbi ağrıyacak.
Gözleri kocaman açılmış bir şekilde, birazda inanamayarak: - Gerçekten mi? Doğrumu söylüyorsun!?
- Evet ya, doktorlar yeni bir ilaç keşfetmiş, öyle bir ilaçmışki bu, sevenlerin birbirini daha çok sevmesini sağlıyormuş, daha çok saygı gösteriyorlarmış birbirlerine, erkekler sırf sevdikleri kızları mutlu etmek için onlara çiçekler alıyormuş,iltifatlar edip, kollarının arasında sımsıkı sarıyorlarmış. Kadınlar; eşlerini mutlu etmek   için dünyanın en güzel kokulu yemeklerini yapıyorlarmış (çünkü erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer!), onları üzecek hiçbir şey söylemiyorlarmış, kimse sevdiğinden başkasına bakmıyormuş.
- Yaaaa...
- Yaaaaa...
- İşte böyle küçüğüm, bu ilaç sayesinde artık her şey dahada güzel oluyor, ama yavaş yavaş, sabırlı olmak lazım. Bak sen daha çok küçüksün, sen büyüdüğün ve birini sevecek yaşa geldiğin zaman göreceksinki her şey daha güzel olacak, o yüzden sakın bana ya da etrafındakilere bakıp hayal kırıklığı yaşama, benimde mi hayatım böyle olacak deme sakın. Göreceksin bak her şey daha güzel olacak!


Ben böyle kandırırım yüreğimi zaman zaman, yüreğim çocuktur benim, hep ağlar sızlar, şekere, çikolatayada kanmaz oldu artık, sadece sevgi istiyor, bende ona böyle masallar anlatıyorum işte.
                            
------------------------------------------------------------------------------------------------------

Dün akşam bana öyle bir şey söyledinki, üstelik bunu ikinci kez yapıyorsun, neden? Ben sana ne yaptım? Ben mi ısrar ettim evlenelim diye? Neden evlendik biz o zaman? Ben senden ilgi istiyorum diyorum, sen bana - sana ilgi gösterip götünü mü kaldırayım diyorsun!? Sonrada üstüme kumandayı atıp hızla odadan çıkıyorsun. Böyle mi yani? Böyle böylemi bitiyor evlilikler? Biz evleneli daha 2 ay bile olmadıki, bu kadar mı çabuk evrim geçiriyor erkekler?

                                 

BEN, SEN...



Birisini tanımadan sevemezsiniz ama kendisini tanıtması için ona fırsat vermezseniz hiçbir zaman onu sevip sevmeyeceğinizide bilmek mümkün olmaz. Ben ona bu fırsatı verdim evet ama bu 2 sene kadar sürdü:)  


Bir insanı gerçekten sevdiğinizi anlamak nasıl 2 sene sürer ki demeyin, belkide aslolan sevmeye çalıştığımı anlayıp anlamadığım değilde, kendimi onu sevmeliyim çünkü o sevilecek, sevilmeyi hakeden biri diyerek bu duyguya inandırmaya çalışmamdandır. Ama kimse sorsanız öyle derdi, evet o sevilecek biri, adam gibi adam derler ya! Gerçi evlendikten sonra zaman zaman böyle düşünmediğiniz de olabiliyor ama bu muhtemelen anlık öfke krizlerinden:) Yoksa benim kocam bitanedir! 


Birisi sizi seviyorsa ve sizde ona karşı bir şeyler hissetmeye başlamışsanız bunu ilk, yapmayacağım dediğim şeyleri yaptığınız zaman anlamaya başlıyorsunuz. Ben kıskançlık krizlerine girmem! Ben sevgilimin bana vakit ayırıp ayırmamasını umursamam! Ben hayatta kimseyle 24 saat vakit geçiremem! Ben asla gitme! demem. Ben ... ben.. ben.. Sonra bir bakmışsınız o benler hep sen! sen! sen! olmuş.. Artık düşünme biçimide derdini anlatma biçimide değişiveriyor. 



Sen bana bunu yaptın! Sen bana böyle böyle dedin! Sen bana hak etmediğim şekilde davrandın! Sen hiç önceden böyle yapmazdın! Sen çok değiştin! Sen beni artık sevmiyorsun deriz ve burda klasik bir türk filmi sahnesi başlar:) Ama bunu illaki bir gün birimiz demişizdir, sen beni artık sevmiyosun, sen beni eskisi gibi sevmiyosun, sen beni eskiden daha çok seviyordun, sen beni , benii beni.. :):):) Bunun da farklı söyleyiş biçimleri vardır elbet ama dedim ya ilişkinin dönemleri vardır.. 



1- BEN DÖNEMİ

2- SEN DÖNEMİ
3- BİZ DÖNEMİ (Ki bence bu dönem artık evlilik zamanın geldiğini hatırlatan çanların çaldığı dönemdir)

Bahsedeceğim bu dönemlerden, bizi anlata anlata, bizi kim okumak isterki Müjde? dedim kendi kendime, belki bir gün biri gelir okurda bir kişide bile farkındalık yaratabilirsem ne mutlu bana, dedim ona:)


10 Aralık 2012 Pazartesi

Biz Böyle Tanıştık İşte

Ne hayaller kurarız evlilikle ilgili. Hoş benim öyle melankolik bir hayal dünyam yok ama insan alıştığı şeylerin evlendikten sonrada devam etmesini istiyor işte, suç mu?


Biz 5 sene önce tanıdık birbirimizi, bir tiyatro sahnesinde ilk kez geldik gözgöze. Bir sıcak merhaba ne de güzeldi kasım ayının soğuk ve üniversite yıllarının yalnız günlerinde. Ben kolay kolay sevemem kimseyi, sevmek benim için her şeyden daha zor, daha imkansız sanki. Neden bilmiyorum ama hep böyleydi, biraz ilginçsin diyen çok oluyor ama bu konuda mı farkına varmadığım başka diğer konularda mı bilmiyorum. Bu sözü ne kadar sık duymaya başlasam kendimden soğuyorum, nedir yani? Bende ilginç olan şey nedir? Yıllar önce liseden ilk mezun olduğum sene çok sancılı geçmişti benim için ve bir psikiyatra gidilmesi gerekiyordu ve gönderdiler, az parada almıyordu kadın. İlk o çözmüştü beni, birkaç saat sohbetten sonra benimle ilgili bu kadar net çözümlemede bulunan kimseyle tanışmamıştım ama onuda sevemedim işte. Ve o bana bu cümleyi ilk kurduğunda anladım kronik mutsuzluğumun nedenini: ' Sen insanları sevmiyorsun' dedi bana. Şaşırmıştım çünkü o söyleyene kadar hiç bunun farkına varmamıştım ama o söyledikten sonra düşündüm, o kadar doğruyduki söyledikleri. Evet,ben insanları sevmiyordum ve bunun için bir çabamda yoktu doğrusu. Sonra bana bir hayvanım olup olmadığını sordu, küçüklüğümden bu yana çok hayvan beslemiştim ama o dönem yoktu. Bana bir kedi edinmelisin dedi, hayvanları sevmek sana zamanla sevmeyi öğretecektir dedi. O dönem gerçektende en son istediğim şey evde bir kediyle uğraşmaktı. 1 ay kadar geçti, ben bunu babama anlatınca oda gitmiş bir teyzenin bahçesinden yavru bir kediyi yakalamış gelmiş, kedi beni yadırgadı, ben onu yadırgadım. Ama yaş mamayı yerken o kadar mutlu olan bir kedi hiç görmemiştim, ymmm, mırrr,hmm diye diye bitirmişti tabağı yavrucak. İlk zamanlar o kucağıma atlayıp kendini sevdirmeye çalıştıkça ben onu kucağımdan yere indiriyordum, olmuyordu, birtürlü ısınamamıştım işte, sonra sonra biraz sevmeye başlamıştım ki annemin anneannemle olan konuşmalarını duydum: 'Müjdenin kedisi evi mahvetti, müjdenin kedisi yüzünden.. müjdenin kedisi şöyle, müjdenin kedisinin tüyünden bıktım... ' dinleye dinleye sonuna kadar sabredemedim, tuttum 6-7 aylık kediyi ensesinden, indim hızla bahçeye, arka bahçeye atıverdim kediyi. Hiç düşünmedim bile acıkır mı, yemek bulabilir mi, hiç umursamadım. Nasıl bir insanmışım, şimdi ne oldum.. Kedilere karşı fazla şefkatli ama insanlara karşı hala az duyarlı. Nereden nereye geldi konu. Oysa ilk tanışmamızı anlatıyordum. Bir tiyatro sahnesiydi evet:) Üniversitede tiyatro klubündenim ya, o sırada da yönetmenden dolayı katılmak istemediğim bir oyunun hazırlıkları yapılıyor, sonradan akşam vakti aldığım bir telefon yönetmenin değiştiğini ve yeni yönetmenin benim çok sevdiğim oyuncu arkadaşlarımdan biri olduğunu söylüyor telefondaki ses, ha telefondaki seste yeni yönetmen:) Beni oyuna davet ediyor, daha rolümü bile bilmiyorum ama olsun, sahnede olmayı hep sevdim;) Hemen gidiyorum tabi, yeni gelen oyuncularla tanışıyorum, bir merhabayla el sıkışıyorum ama çok dikkat etmiyorumda yüzüne. Sonra sonra o merhabayla daha çok merhabalaşır oluyoruz, telefonumu istiyor veriyorum ama hiçte benden hoşlanmış olabileceği ihtimalini düşünmüyorum, böyle şeyleri hep geç anladım zaten. Mesajlar başlıyor, bana göre biraz acele ediyor çünkü daha birbirimizi tanıyalı 1 ay bile olmamış. Sonra o mesajların arasında patavatsız ben atlayıveriyorum hemen: 'Sen bana asılıyo musun yoksa? ' diye, şimdi düşünüyorumda gülüyorum:) böyle şey denir mi!?!? Her şeyin bir söyleyiş biçimi var ama ben işte, böyleyim, değiştirebilene aşk olsun! 'Buna asılmak değilde hoşlanmak diyelim' diye bir sms alıyorum. Ve kendisiyle arkadaş kalsak daha iyi olacağını düşündüğüm bir cevap atıyorum, o dönemde sevgilim yok sanırsam, evet evet yoktu. Tabi ertesi gün yüzüme bakamıyo ama ben hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam ediyorum, sonra o da hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam ediyor ve güzel bir arkadaşlık böyle böyle başlamış oluyor.